İnsanoğlu, varoluşundan beri gökyüzüyle ve gök cisimleriyle ilgilenmektedir. Doğasından ötürü merak ve keşfetme dürtüsü içerisinde olan insan, ilk kez başını kaldırıp gökyüzüne baktığında karşılaştığı manzara karşısında hayranlık duymuş olmalı ki bu kuvvetli duygular ve düşünceler bir zaman sonra insanın gözlem yapmasına ve görmüş olduğu cisimlere anlamlar yüklemesine sebep olmuştur. Tarih boyunca insanı büyülemiş olan bu cisimler; neredeyse her halkın mitlerine, inanışlarına ve edebiyatlarında yer almış ve onları etkilemiştir.
Bu cisimlerden birisi de Zühre Yıldızı’dır. Aslında hepimizin bildiği Venüs gezegeni ve Çoban Yıldızı’da Zühre’nin diğer adlarıdır. Venüs, gezegen adını Eski Roma tanrıçası Venüs’ten (Eski Yunan Mitolojisi’nde Afrodit, İran Mitolojisi’nde Nahid) almıştır.
Venüs, bir başka deyişle Zühre, gezegenlerin Dünya’ya en yakını ve en parlağıdır. Büyüklüğü açısından Dünya ile benzerlik gösterdiğinden Dünya ile kardeş gezegen veya dünyanın ikizi olarak da bilinmektedir. Kendi ekseni etrafında, Güneş Sistemi’ndeki diğer tüm gezegenlerin tersi istikametinde döner. Güneş etrafındaki dönüşünü 224.7 Dünya gününde tamamlar. Gökyüzünde Güneş’e yakın konumda (uzaklık bakımından ikinci sırada) bulunduğundan ve yörüngesi Dünya’nınkine göre Güneş’e daha yakın olduğundan, yeryüzünden sadece Güneş doğmadan önce güneydoğudan çıkar. Bu yüzden Sabah/Seher/ Tan Yıldızı, yine, gün batımında güneybatıdan göründüğü için Akşam Yıldızı diye de isimlendirilir.
Görülebildiği zamanlar, gökyüzündeki en parlak cisim olarak dikkat çeker. Belki de bu dikkat çekiciliği sebebiyle insanların dilinde yüz yıllarca dolanıp durmuştur. Hem geçmiş çağlardaki insanlara Tanrıçalık yapmış, hem de mitlerimizin baş kahramanı olmuştur.
Zühre, Arapçada “parlamak, aydınlatmak” manasındaki z-h-r kökünden türemiştir. Tahmin edeceğiniz üzere bu yazıdaki Zühre de İslam Mitolojisi’nden bir baş kahraman. Onun hikayesi, insanoğlundaki nefs ve hırsın bizleri ne günahlara sürüklediğine güzel bir örnektir.
Harut ve Marut’un Aşkı Zühre
Harut ile Marut, Allah’ın iki sevgili meleğidir. Babil’de yoldan çıkmış insanoğlunun işlediği günahlardan yaka silken melekler; Allah’ın huzuruna çıkıp insanları şikayet etmişler, yüce Tanrı’nın insanları cezalandırmasını istemişler. Yeryüzünde insanoğlunun yaptığı kötülüklere, bu kadar acımasız olmalarına bir mana verememişler. Oysa Allah onları yeryüzüne gönderse bütün kötülüklere son vereceklerini düşünüyorlarmış. Bu taleple Rabb’in huzuruna çıkmışlar ve Allah onlara demiş ki:
“İnsanlardaki nefsani hisler ve şehvet sizde olsaydı, sizler daha kötüsünü yapardınız. Sizi melek yapan şey, kalbinizde şehvetin olmamasıdır.” Bu sözlere iki melek de itiraz etmiş. “Haşa Allahım, biz olsak günah işlemezdik.”
Allah, onlara yanıldıklarını, hırs ve nefsin çok kuvvetli olduğunu ve yeryüzünde insanları baştan çıkaracak türlü güzelliklerin bulunduğunu anlatmaya çalışmış, ama ne kadar anlattıysa da saf melekleri bu işe inandıramamış. Bunun üzerine iradesine en güvendikleri iki meleği yani Harut ile Marut seçmişler ve iki meleğin kalpleri şehvetle doldurulduktan sonra Babil şehrinde görülmekte olan bir boşanma davasına kadı olarak gönderilmişler.
Harut ile Marut, Babil şehrinde gündüzleri kadılık yaparak, geceleri de İsm-Azam duasını okuyarak gökyüzüne çıkarlarmış. Kimse onların melek olduğunun farkında değilmiş ve Babil halkı, gündüz adalet dağıtan meleklerin, geceleri, İsm-i Azam duasını okuyarak gökyüzüne çıktığını bilmiyormuş.
Harut ve Marut adlı melekler, ilk günler hiç günah işlememişler. Safça, temizce yaşamışlar; ne ellerini ne de gönüllerini harama uzatmamışlar.
Ta ki Zühre gelene kadar…
Bir gün Zühre adlı, müthiş güzellikte bir kadın çıkagelmiş. Hani bir içim su dedikleri cinsten var ya öyle güzelmiş işte Zühre.
Kadılık yapan bu iki meleğe de kocasından boşanmak istediğini söylemeye gelmiş.
Gözleri pırıl pırıl, siyah dalga dalga saçları olan bu kadın, Harut ve Marut’u ilk görüşte kendine aşık etmiş. Yürekleri yanmış bu iki meleğin. İkisi de kadınla birlikte olmak istermiş. Zühre’ye yalvarıp yakarıyorlarmış ama Zühre razı olmamış; bazı şartlar sunmuş bu iki meleğe.
“Ya kocamı öldürün, ya şarap için ya da puta tapın.” Şartların içinde en az zararlı olanı şarap içmek olunca, iki aşkından gözü kör olmuş melek, sarhoş oluncaya kadar içmişler. Bunun sonucunda da kadın isteklerini yerine getirmiş.
Birkaç gün sonra şehvet ikisinin de beynini kemirmeye devam etmiş ve tekrar Zühre’nin yanına gitmişler. Bu kez yeni şartlar öne sürmüş Zühre. Sonra tekrar ve tekrar… Bu bir rutine dönüşmüş. Melekler hırsızlık yapmaya, cinayet işlemeye, akla gelmedik her kötülüğü yapmaya başlamışlar. Her geçen gün kadının şartları ağırlaşmış ancak gelin görün ki, şehvet her şeye baskın gelerek Harut ve Marut’u yoldan çıkarmayı başarmış.
Bir gün Zühre, artık bu kadarı da olmaz dedirten bir talep ileri sürmüş.
“Siz her gece İsm-i Azam duasını okuyarak gökyüzüne çıkıyorsunuz, bana da o duayı öğretin!” şehvetin ateşiyle yanan Harut ile Marut bu şarta da “evet” demiş ve kadına İsm-i Azam duasını öğretmişler. Artık her şey için çok geçmiş… Kadın duayı okuyarak Allah’ın huzuruna çıkmış.
Bir anda karşısında Zühre’yi gören Allah, hemen onu bir yıldız yapıp göğün büyülü boşluğuna asıvermiş.
İşte, geceleri üzerimizde parlayan Zühre yıldızı, melekleri aldatan o güzel kadındır.
Harut ile Marut’a gelince…
Kadın kaybolunca ne günah işlediklerini anlayıp pişman olmuşlar ve İdris Peygamber’e başvurup günahlarının bağışlanması için yalvarmışlar. Yüce Allah dualarını kabul etmiş ama dünya ve ahiret azaplarından birini tercih etmelerini söylemiş. Yeryüzü azabı geçicidir nasılsa ahiret ise sonsuz diye yeryüzü azabını tercih etmişler. Allah’ta onların Babil’deki bir kuyuya baş aşağı asılıp, kıyamet gününe kadar azap çekmelerini buyurmuş.
O günden beri, Harut ve Marut bir kuyuda ters asılmış olarak kıyamet gününü bekler dururlar.
Harut ve Marut’un Babil’deki Bir Kuyuda Baş Aşağı Sallanmasını Tasvir Eden Diğer Eserler
Bu hikaye Zülfü Livaneli’nin kitabı Engereğin Gözü’nden (sayfa 120-121) alıntılanmıştır.
Kaynakça:
Geri bildirim: ÇELİŞKİLER - rastgeledergi.com