
Warner Bros. Entertainment’in yapımcılığını üstlendiği Amerikalı şarkıcı, müzisyen ve aktör Elvis Presley’in hayatını anlatan Elvis, Türkiye’de 24 Haziran 2022 tarihinde sinemaseverlerle buluştu. 2 saat 39 dakikadan oluşan filmde, yıldız sanatçı Elvis Presley’i müthiş bir oyunculukla Austin Butler canlandırırken Presley’nin menajeri Tom Parker rolünde usta oyuncu Tom Hanks karşımıza çıkıyor. Filmin yönetmen koltuğunda ise 2001’de BAFTA en iyi yönetmen ödülünü kazanan Baz Luhrmann oturuyor. Gelin, Amerikan müzik tarihine damgasını vurmuş aynı zamanda Rock’n Roll’n kralı Presley’nin hayatını konu eden Elvis’i birlikte inceleyelim:


Film, sanatçının menajeri Tom Parker’ın hikâye anlatıcılığı üzerinden ilerliyor. Parker’ın ağzından, Elvis Presley’i keşfediş öyküsünü ve sanatçının ölümüne kadar geçen olayları dinliyoruz. Hiç kuşkusuz, müzik tarihinde birçok örneği olduğu üzere her sanatçının bir yükselişi olduğu gibi bir düşüşü de varken filmde Parker’ın bunlara değinmemesi tuhaf olurdu. Parker, film boyunca kendisinin, sanatçının ölümünde payı olmadığını anlatmaya çalışmasına rağmen ben de dahil olmak üzere birçok seyirciyi maalesef ikna edemedi. Aksine filmde Parker, Presley’nin ölümünde hiç de azımsanmayacak bir rol görüyor. Parker, tefecilere olan borçlarını kapatmak ve paraya para dememek için Presley’i bir nevi zengin olma aracı olarak kullanıyor desek yanlış olmaz. Elbette doğruluğu tartışılmakla birlikte bunlar filmde geçen olaylar olduğundan doğal olarak yorumlarımı filme dayanarak yapıyorum.

Gelelim Rock’n Roll kralının müzik hayatındaki yükselişine. Elvis, babası karşılıksız çek yazmaktan hapse girdikten sonra annesiyle Memphis’te bir taşra kasabasına taşınır. Bu taşra kasabası, siyahi insanların çoğunlukta yaşadığı bir yerdir. Dolayısıyla Elvis, siyahi kültürünün baskın olduğu bir dönemde müzikle tanışır. Elvis’in tarzını belirleyen de budur. Ailesiyle düzenli olarak kiliseye giden Elvis, burada söylenen ilahilerden ve dans hareketlerinden çok etkilenir. Bu kilise, onun kendini keşfediş öyküsünün ilk basamağıdır. Gençlik yıllarında ufak çapta konserler veren Elvis, Tom Parker ile karşılaşmasından sonra Hank Snow’un düzenlediği küçük bir turneye katılır. Hank Snow’un da şarkı söylediği bu turnede Parker, Snow ve Presley’nin menajerliğini birlikte yürütür. Şarkı söylerken ki kıvrak dansı aynı zamanda siyahi ve beyaz tonlarını ustaca kullanabildiği sesi, Elvis’e umduğundan fazla ün ve hayranlık getirecektir. Hareket etmeden şarkı söyleyemediğini ifade eden Rock’n Roll’n kralına, değişik ve çekici dansı sebebiyle hayranları tarafından “Elvis The Pelvis” lakabı takılır. Artık sahne Elvis’in ikinci evidir ve sanatçı ömrünün sonuna kadar hayranları karşısında ışık saçmaya devam edecektir.


Elbette Presley’e bir bir açılan şöhret kapıları, karşısına dikenli yollar da çıkaracaktır. Sanatçı, müzik kariyerinin zirvesine doğru hızla ilerlerken yayın yasağıyla karşılaşır. Beyazların siyahilerden üstün görüldüğü 1950’ler Amerika’sında, Elvis’in siyahi kültürünü barındıran müziği ve dansı ayrımcı kesim tarafından ahlaksızlık olarak nitelendirilir. Buna rağmen sanatçı, sanatını icra etmekten çekinmez. Hayranlarının büyük desteğini alan Presley, bu destekler sayesinde kendi tarzını sanatına yansıtmaktan vazgeçmeyecek ve tüm dünyaya müziğin siyahi ve beyaz ırkları birleştirici gücünü gösterecektir. Yayın yasağı engellerini aştıktan sonra Presley, Priscilla Anne Beaulieu ile evlenir ve kariyerinin doruk noktasında müzik hayatına devam eder. Sanatçının şöhret basamaklarından düşüşü buradan sonra başlar. Otuzlu yaşlarına gelen sanatçı, kızı doğduktan sonra baba olmanın sorumluluğuyla kariyeri arasında bir denge kurmaya çalışır ancak ne yazık ki bunu fazla sürdüremez. Zira menajeri Parker’ın para hırsı Presley’i gittikçe dibe çekecek ve haplara bağımlı olmasına yol açacaktır. Presley’nin tükenen gücüne rağmen sahneye çıkmak için kendini zorlaması, dinlenmemesi ve enerji almak için her konser öncesi içtiği haplar onun sonunu hazırlar.

Filmde en çok merak bırakan soru, Parker’ın, Presley’nin ölümünde payı olup olmadığıdır. Her ne kadar filmde Parker, Elvis Presley’nin ölüm sebebinin kendisi olmadığını, tek sebebin Presley’nin hayranlarına olan sevgisi olduğunu ifade etse de kanaatimce Parker’ın söylediğinin aksine Presley’i hayata bağlayan şey, müzik ve hayranlarına olan sevgisidir. Gerçekte Hollanda doğumlu olan ve ABD’ye yasadışı yollarla göç eden Parker’ın bilinmeyen geçmişi akıllarda soru işareti bırakır. Elvis Presley, Parker’ın gerçek yüzünü fark ettiği anda maalesef iş işten geçer çünkü sanatçı, hapların pençesine çoktan düşmüştür. Presley hayata gözlerini kırk iki yaşında yumar ve “Graceland” adı verilen malikanesi, ölümünden sonra ziyarete açılmak üzere müzeye çevrilir.
Elvis Presley şarkıcı kimliğinin yanı sıra aynı zamanda bir aktördür. Oyunculukta istediği başarıyı tam olarak gösteremese de birçok Hollywood filminde rol almıştır. Bunun dışında, sanatçının müzik dünyasına bıraktığı en önemli miras, müziğin ırk, etnik köken, dil, din, cinsiyet vb. hiçbir konuda ayrım gözetmediği gerçeğidir çünkü müzik evrenseldir.
Son olarak belirtmek isterim ki film, Elvis Presley’nin hayatını konu almaktan da öte beni o yıllarda hissettirdi. Geçmişe dönüş sahneleri, kamera açıları, oyuncuların makyaj ve kostümleri ve tabi ki oyunculuklar filmi muazzam bir bütüne dönüştürmüş. Ayrıca Presley’nin son konserinden paylaştığım bir videoyu aşağıya inerek izleyebilirsiniz. Keyifli seyirler!

BONUS:

Rastgele Dergi Yazarı
Dicle Berfin Taylan